Kim Bu Judith?

Çarşamba, Mart 23, 2016

Yeniden Bir Merhaba



Cahit Zarifoğlu'nun "Tek başına adeta bir okuldu.", 
Özdemir Asaf'ın "Aynı çağrılar içindeyiz.", Cahit Tanyol'un "Onun kitabında sağ-sol, inkılap-irtica diye kavramlar yoktu. O, bu kutuplaşmanın üzerinde insanlara bakmasını bilirdi." dediği "bir neslin ağabeyi" Fethi Gemuhluoğlu'dan, belki daha önce hiç düşünmediğimiz bir konu üzerine küçük ama anlamlı bir bahis: Merhaba!

Aylar, yıllar, vakitler geçiyor da, biz rüzgarların önündeki yapraklar misali dursuz duraksız, kan ter içinde dolanıp durmaktayız. Sonra, birden içimize bir "merhaba" şavkı düşüyor. İçimizin ışığı dünyayı sarıp sarmalayacak, kuşatacak sanıyoruz. İçimiz bir hoş oluyor, kabarıyor, dalgalanıyor... Merhabanın nuru bizi söyletiyor, dilimiz açılıyor... Bir tohum gerek, diye tutturuyoruz... Zamanca israf ettiğimiz için hiç vakit kalmayacakmış gibi telaşlı, zaman da mahluktur ve mütenahidir diye inandığımız için emin ve telaşsız öyle diyoruz. 

Bir tohum gerek, diyoruz. İnsanın içine düşmeli. Orada yeşermeli. Orada göğermeli. Orada başak tutmalı. Harmanı hasadı insanın içinde olmalı. İnsanın içinde savrulup, içinde ambarlanmalı... İnsan ona değirmen kesilmeli. Bu değirmen bizde çağılmalı...

Bu tohum bir nazardan gelmeli. Mübarek ve muazzez bir kişiden. Er bir kişiden. Bu merhaba bir dosttan gelmeli. Mübarek bir dosttan. Dost bir kişiden... Bu merhaba sıcak olmalı, sımsıcak. Doğru olmalı eğriye, gelişigüzele karşı. Alabildiğine geniş olmalı, uçsuz bucaksız; kahredici ve bunaltıcı dâr'a karşı. Bu merhaba, bir tohum olmalı. Vefasızlıklara, avareliklere, günü birliklere, iğretilere, ihtiraslara karşı.

Bu merhaba yeşermeli, göğermeli; ihmallere, ilgisizliklere, yalnızlıklara karşı.

Başak tutmalı; hiçliklere, kayıplara, karanlıklara karşı.

Harmanlara hasatlara gelince, şair diyor ki,

"Canıma ezelden bir merhaba sundu, çeşm-i yâr
Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim."

Şair öyle diyor. Bu selâm Hakk'ın kendisine seçtiği selâmı, merhabası olmalı.

Sonra bir başkası, o da şair. Kutlu bir dölün, bir manâ erinin merhaba bahri... Her şeyin uğruna yazılması, uğruna yakarılması, uğruna yaratıldığı Nebîyyi Zîşân'a yazılmış...

"Merhaba ey şâh-ı sultân, merhaba"

diye başlıyor. Öyle başlıyor. Dağı taşı, kurdu kuşu, otu dikeni, beşeri insanı, salt delilerle Hakk dostu Velî'leri, cümlesini, cümlenin yekûnunu dillendiriyor ve merhaba bahri oluyor. Bizim de içimize bu gurbette, bu kahırda, bu çaresizlikte, bu kimsesizlikte bir merhaba sunulsa.

Bir merhaba sunulsa da, gurbet vuslata, kahır lûtfa, çaresizlik çareye, kimsesizlik vahdete dönse. Sırlansa, nurlansa. Allah'lı olsa. "Sen olmasaydın"ın mazharı olsa. Şâh-ı Velâyet'in yolu olsa. İbtilâlara şâd ve şâdüman olsa. Kahırlara omuz silkip şükürlü olsa. Gülmenin ve ağlamanın hudutlarının dışına çıksa. Hâsılı merhaba olsa. Sıcak, sımsıcak bir merhaba olsa. İçimizi sarsa. Yorgunluğumuzu alsa. Bizi yusa yıkasa. Arı ve pâk kılsa... Sonra her şeye yeniden başlayabilsek. Çocukluklara, aşka, duaya, niyaza, teslimiyete, küfre, sabra, şekvâya, îmana... Dönüp dönüp Hakk'a gelmeye. Sıratı müstakimden, yılların yolundan Hakk dosta gelmeye. 

Merhaba'ların has sahiplerinden yahut tek sahib'in has kullarından biri diyor ki,

"Biz her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası"

Bizim Yunus öyle diyor. Merhaba diyor. Yerinde saymanın esirliğini salıyor, azad ediyor. Nefis köleliğinin zünnarını kesiyor. Sonra yine merhaba diyorlar. Bu defa kınamalara karşı diyorlar. Horlanıp itilmelere, azarlanıp kakılmalara karşı diyorlar. Merhaba ol cihetden tulû ediyor. Konya nam şehirde, Kâ'betüluşşâk'ta, eşiğine yüz sürülesi,

"Yüz defa tövbeni bozmuş olsan bile, bize gel"

diyor. Bu Mevlânâ'nın merhabasıdır. Merhaba kapısını ardına kadar aralıyor. Kapısız ediyor. Cemâl kapılarını, nur kapılarını, bereket kapılarını, ihsan ve af kapılarını açıyor. 

Sonra, dem-i Mısrî geliyor. Ol cihete dönülüyor.

"Bu Niyâzî'den de Mevlâ görünür."

diyor. Merhabada yanıyor. Merhabada tebahhur ediyor. Merhaba ile bir oluyor. Hem-vücud oluyor. Hem-zebân oluyor. Hem-gönül oluyor. 

Sonra, yine muhtelif yönlerden tecelliler oluyor. Gelenler geliyor.

Daha sonraları bir garib âdem geliyor. Seyrangaha çıkmıştır. Adına Seyrânî diyorlar.

"Kelb iken kelb yavrusundan geçmiyor."

diyor. Merhaba'nın sahibi de geçmez diyor. Bizden demiyor, ayrılık gayrılık olmasın için. Ben sen tefrîki kalsın ara yerden diye.

"Kelb iken kelb yavrusundan geçmiyor
Hakk Seyrânî'sinden geçer mi bilmem" 

diyor. 

Sonra, yine yol yol merhabalar deniyor. Ezelden denen merhaba, ebede taşınıyor. Yolculuk budur. Yol budur. Erkân budur. Kutsal emânet merhaba'dır.

Sözü düğümleyip biz dahi diyelim ki"gamlanma gönül gamlanma", merhaba insanadır. Merhaba, sahibinin kendisine merhabasıdır.


Fethi Gemuhluoğlu, Arapgir Postası, 14 Mart 1958

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder