Kim Bu Judith?

Cuma, Nisan 24, 2020

kurtlarla koşan kadınlar sürüsüne katıldım.

3 yıl önce bu zamanlardı, hep ertelediğim Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı okumaya başladım. 3 vesayet değiştirerek gidiyordum işe ve yanımda bu kalın kitabı taşıyordum ama okudukça ruhum hafifliyordu. metro yolculuğum zamanda yolculuğa dönüşmüştü ve Estes'e gidip geliyordum. Estes bir cantadora. Yani masal toplayıcısı. Her masalda, sanki bir ormanda yaktığımız ateşin etrafına toplanmışız ve O bize komik, korkunç, büyüleyici, duygusal, cesaret verici masallarını anlatıyor gibi. tabi yanımızda vahşi kurtlar da var. onlarla koşuyoruz çünkü.

2017'de kitaptan alıntıları yazmaya başladım, küçük bir defter olsun, arada açıp nefes alayım istedim. son cümlesi birkaç gün önce bitti.

"hepimiz vahşiye özlemle doluyuz. bu özlemin kültürel olarak onaylanmış pek az panzehiri var. bize bu tür bir arzudan utanç duymamız öğretildi. uzattığımız saçlarımızı duygularımızı saklamak için kullandık. ama vahşi kadın'ın gölgesi gündüz ve gecelerimiz boyunca pusuya yatmış bir halde hala varlığını sürdürmekte. nerede olursak olalım arkamızda tırıs giden bu gölge kesinlikle dört ayaklı."

"psişedeki vahşi güçle ilişkinin koptuğuna dair duygu tonlu belirtilerden bazıları nelerdir? sürekli olarak aşağıda belirtilen yollardan birisiyle hissetmek, düşünmek ya da davranmak derin içgüdüsel ilişkinin kısmen zedelenmesi ya da sürekli yitirilmesi demektir. sadece kadınların dilini kullanırsak bu belirtiler şunlardır: kendini had safhada yavan, yorgun, kırılgan, çökkün, kafası karışık, suskun, dizginlenmiş, heyecansız hissetmek, kendini korkmuş, aksak ya da zayıf, esinsiz, cansız, ruhsuz, anlamsız, utangaç, sürekli kızgın, hafifmeşrep, aklını yitirmiş hissetmek, kendini güçsüz, sürekli kuşku içinde, sarsak, tıkanmış, bir işin sonunu getiremez, yaratıcı hayatın altını oyan tercihler yapan, kendi döngülerinin dışında yaşamaktan mustarip, kendini aşırı koruyucu, uyuşuk, belirsiz, mütereddit, kişiliğine uygun adımlar atamayan ya da sınırlar koyamayan biri olarak hissetmek.
kendi başına bir işe girmekten ya da kendini açığa vurmaktan korkmak, akıl hocası, anne baba aramaktan korkmak, eksik çalışmasını bir yapıt haline getirmeden önce sergilemekten korkmak, bir yolculuğa çıkmaktan korkmak, başkasına ya da başkalarına bakmaktan korkmak, koşmaya devam etmekten, durmaktan, yavaşlamaktan korkmak, otorite önünde sinmek, yaratıcı tasarılardan önce enerjisini yitirmek, ürkme, küçük düşürülme, endişe, uyuşukluk, bunaltı.
başka yapacak bir şey kalmadığında dilini tutmaktan korkmak, yeniyi denemekten korkmak, karşı koymaktan korkmak, sesini yükselterek, karşı çıkarak konuşmaktan korkmak, midesinin bulanmasından, heyecandan midesine sancılar girmesinden, midesinin ekşimesinden, ortada kalakalmaktan, boğulmaktan, çok kolay uzlaşmacı ya da nazik biri olmaktan, intikam almaktan korkmak.
durmaktan korkmak, harekete geçmekten korkmak, durmadan üçe kadar sayıp başlayamamak, üstünlük kompleksi, müphemlik hissetmek, ama yine de başka açılardan tamamen yetenekli, tamamen işlevsel olmak. bu saydıklarımız bir çağın ya da bir yüzyılın hastalığı değildir ve kadınların her tutsak alınışında, vahşi doğanın her tuzağa düşürülüşünde, her zaman ve her yerde salgın bir şekilde kendini gösterir."

"kadınların hayatı durağanlık içindeyken ya da can sıkıntısıyla dolu olduğunda, bu her zaman vahşi kadın'ın ortaya çıkma zamanının geldiğini gösterir, ruhun yaratıcı işlevinin deltayı doldurmasının zamanıdır."

"içgüdüsel doğayla yan yana olmak, dağılıp gitmek, her şeyi soldan sağa, siyahtan beyaza doğru değiştirmek, doğu ile batıyı ters yüz etmek, çılgınca ya da denetimsizce davranmak anlamına gelmez. temel toplumsal ödevlerin bir kenara bırakılacağını ya da daha az insani bir hale gelineceğini de anlatmaz. aksine bunun tamamen tersidir. vahşi doğa insanı büyük ölçüde bütünler."

"içgüdüsel doğayla yan yana olmak, hayat alanını belirlemek, kendi sürüsünü bulmak, yetenek ve kusurlarına bakmaksızın güven ve gurur duyarak bedeninin içinde olmak, kendi yararına konuşmak ve hareket etmek, farkında ve uyanık olmak, sezgi ve algının doğuştan gelen dişil güçlerine dayanmak, kendi döngülerine girmek, ait olunan yeri bulmak, vakarla yükselmek, mümkün olduğunca yüksek bir bilinç düzeyini korumak demektir."

"klasik psikolojinin şekillenmeye başladığı dönemlerde, kadınların merakına tamamen olumsuz bir anlam yüklenirken, aynı özellikteki erkeklere araştırmacı adı yakıştırılmıştır. kadınların her işe burunlarını soktukları söylenirken, erkeklere öğrenme heveslisi denmiştir. aslında kadının merakının sadece sıkıcı bir röntgencilikmiş gibi sıradanlaştırılması kadının içgörüsünü, içedoğuşlarını, sezgilerini inkar eder. tüm duygularını yadsır. onun en temel güçleri olan ayırt etme ve neden sonuç ilişkilerine dayanarak belirleme yetilerine saldırmaya çalışır."

"kültür, ailenin ailesidir. eğer ailenin ailesinin çeşitli hastalıkları varsa, o zaman o kültürdeki bütün ailelerin aynı rahatsızlıkla mücadele etmeleri gerekecektir. cultura cura - kültür iyileştirir. eğer kültür bir şifacıysa, aileler nasıl şifa bulacaklarını öğrenirler, daha az kavgacı, daha onarıcı, çok daha az yaralayıcı, çok daha nazik ve sevecen olurlar. yok edicinin egemen olduğu bir kültürde doğması istenen tüm yeni hayatlar, gitmesi istenen tüm eski hayatlar hareket etme yetisinden yoksundur ve o kültürün bütün yurttaşlarının ruhsal hayatları hem korku hem de tinsel kıtlıkla felç olur."

"genellikle yaratıcı hayatın yavaşlayarak durmasının nedeni, psişedeki bir şeyin bize değer vermemesi ve bu şeyi başımızdan atıp özgürlüğe koşmak yerine, onun ayaklarına kapanmamızdır. çoğunlukla durumu düzeltmek için gereken şey, kendimizi, düşüncelerimizi, sanatımızı, daha önce olduğundan çok daha fazla ciddiye almamızdır."

"hem safdil kadın, hem de içgüdüleri zedelenmiş kadın için tedavi aynıdır: sezgilerinizi, içsel sesinizi dinleme alıştırması yapın, sorular sorun, merak edin, gördüklerinize bakın, duyduklarınıza kulak verin, sonra da doğru bildiğiniz şeye göre davranın. bu içgüdüsel güçler ruhunuza doğuştan kazınmıştır. yılların külü ve artığıyla örtülmüş olsalar bile, bu dünyanın sonu değildir, çünkü yıkanıp temizlenmeleri mümkündür. bir parça temizlik, fazlalıkları atma ve pratik yapmakla algılayıcı güçlerinize tekrar asıl hallerini kazandırabilirsiniz."

"kendimiz olmamız, diğer pek çok kişi tarafından dışlanmamıza neden olur. buna karşılık başkalarının isteklerine boyun eğmemiz de kendimizden sürgün edilmemize yol açar. bu, azap verici bir gerilimdir ve katlanmak gerekir, ama bizi bekleyen seçim de çok açıktır."

"sizi tıpkı yerdeki bir ağaç, evdeki bir çiçek ya da yan avludaki bir gül bahçesi gibi canlı, gelişen bir criatura, bir varlık olarak gören bir sevgiliye, dosta sahipseniz... size gerçek, yaşayan, soluk alıp veren bir kendilik olarak, insan olan ama çok güzel, ıslak ve büyülü şeylerden yapılmış bir kendilik olarak bakan bir sevgiliye ve dostlara sahipseniz... sizdeki criaturayı destekleyen bir sevgiliye ve dostlara sahipseniz, işte aradığınız insanlar bunlardır."

"sezgiyle bağlantıyı güçlendirmenin bir başka yolu, kimsenin canlı enerjilerinizi, yanı kanılarınızı, düşüncelerinizi, fikirlerinizi, ahlaki değerlerinizi, ideallerinizi bastırmasına izin vermemektir. bu dünyada çok az doğru-yanlış ya da iyi-kötü vardır. öte yandan yararlı ve yararlı olmayan vardır. kimi zaman yıkıcı şeyler de vardır, doğurgan şeyler de. uygun bir şekilde bütünleşmiş ve iyi niyetli eylemlerin yanı sıra, öyle olmayan eylemler de vardır. ama bildiğimiz gibi, bir bahçenin ilkbahara hazır olması için, sonbaharda ters yüz edilmesi gerekir. bahçe her zaman çiçeklenemez. ama bırakın hayatınızın alt üst oluşlarını kendi içsel döngüleriniz düzenlesin, dışınızdaki başka güçler, kişiler ya da içinizdeki negatif kompleksler değil."

"vahşi kadın cesaret eden, yaratan ve yıkandır. bütün yaratıcı eylem ve sanatları olası kılan ilksel ve buluşçu ruh odur. o etrafımızda bir orman yaratır ve biz de hayata bu yeni ve özgün açıdan bakmaya başlarız."

"bir hayat çok fazla kontrollü olduğu zaman, kontrol edilemeyecek kadar az bir hayat kalır."

"artık size vermedikleri şeyler üzerinde zaman harcamayı bırakıp, zamanınızı daha çok ait olduğunuz insanları bulmaya ayırmalısınız. belki de özgün ailenize ait değilsiniz. genetik olarak ailenizin bir üyesi olsanız da huy bakımından belki de başka bir insan grubuna aitsiniz. ya da ailenize üstünkörü bir şekilde ait olabilirsiniz, bu sırada ruhunuz sıçrayarak dışarı çıkar, yoldan aşağı koşar, ve başka bir yerde oburca, şapır şupur tinsel kurabiyeler yiyerek mutlu olur."

"lütuf olarak dışlanma: eğer her kalıba uymaya çalıştıysanız ve bunu beceremediyseniz şanslı olduğunuz söylenebilir. bir şekilde dışlanmış biri olabilirsiniz, ama öte yandan ruhunuzu korumuşsunuz. insan durmadan uymaya çalışıp başarısız kaldığında ortaya tuhaf bir fenomen çıkar. yaban kişi kovulur, ama aynı zamanda psişik ve gerçek akrabalarının ki bunlar bir çalışma alanı, bir sanat biçimi, bir insan topluluğu olabilir, kollarına da itilmiş olur. insanın ait olmadığı bir yerde kalması, bir süre kaybolmuş bir şekilde dolaşıp durarak istediği şeyleri araması asla bir hata değildir. asla."

"bıçağın kemiğe dayandığı ve artık intiharı düşünen bir kadınla çalışıyordum. verandasına ağını kuran bir örümcek gözüne çarpmıştı. bu küçük hayvancıkta bu kadının ruhunun etrafındaki buzu kırıp onu tekrar özgürleştiren ve büyüten şeyin tam olarak ne olduğunu asla bilemeyeceğiz. ama hem psikanalist hem cantadora olarak çoğu kere en iyileştirici şeylerin doğadan, özellikle de çok kolay ulaşılabilir ve basit olanlardan çıktığına inanıyorum. doğanın ilaçları güçlü ve yalındır. karpuzun yeşil kabuğu üzerindeki uğurböceği, bir pamuk ipliğindeki nar bülbülü, mükemmel çiçekler açmış bir yabani ot, kayan bir yıldız, hatta sokaktaki kırık bir cam parçasında yansıyan gökkuşağı, doğru ilaç olabilir. devamlılık garip bir şeydir. muazzam bir enerji açığa çıkarır. beş dakika durgun suyu düşünmek bile onu bir ay boyunca besleyebilir."

"yıllarca vahşi kadın arketipinin mitsel hayatını taşıyan kadınlar sessizce ağladılar. neden bu kadar farklıyım, neden böyle garip bir aileye doğdum? hayatlarının nerede fışkırmasını istedilerse, birileri hiçbir şey büyümeyecek şekilde toprağı tuzlamak için oradaydı. doğal arzularına gem vurmak için konan bütün yasaklar yüzünden işkence çektiler. doğanın çocukları olanlar, çatılar altında saklandılar. bilim insanları olanlara, anne olmaları söylendi. anne olmak isteyenlere, tamamen kalıba uymalarının iyi olacağı söylendi. bir şey icat etmek istediklerinde, pratik olmaları söylendi. yaratmak istediklerinde bir kadının ev işlerinin hiç bitmediği söylendi."

"sizi kara koyun, başı boş buzağı, yalnız kurt diye çağırırlarsa sinmeyin ve kendinizi küçültmeyin. anlayışı kıt olanlar, uyumsuzların toplum üstünde yıkıcı bir etkileri olduğunu söylerler. ama yüzyıllar boyunca kanıtlanmıştır ki farklı olmak toplumun kıyısında durmak demektir. özgün bir katkı, kültürüne yararlı ve şaşırtıcı bir katkı yapmayı neredeyse garantilemek demektir."

"rehberlik aradığınızda küçük yüreklilere asla kulak vermeyin, onlara karşı nazik olun, onları kutsamalara boğun, hoş tutun ama öğütlerini dinlemeyin. eğer size bir ara, meydan okuyan, işe yaramaz, şımarık, kurnaz, asi, itaatsiz, isyankar denmişse doğru yoldasınız, vahşi kadın yakınlardadır."

"çok, çok fazla sayıda kadın gerekli bilince ulaşmadan önce korkunç bir söz vermişlerdir. genç kadınlar olarak temel bir yüreklendirmeden ve destekten öyle yoksun, üzüntü ve gücenmeyle o kadar doluydular ki, kalemlerini bıraktılar, sözcüklerini kilitlediler, şarkılarını susturdular, sanat çalışmalarını dürdüler ve bunlara bir daha asla dokunmamaya ant içtiler. böyle bir durumdaki kadın, istemeden de olsa kendi eliyle yaptığı hayatıyla birlikte fırına girmiş demektir. hayatı küle döner."

"bugün dünyanın çeşitli bölgelerinde eğer bir kadın politik, toplumsal, tinsel, ailevi veya çevresel açılardan taraf tutarsa, bazı kralların çıplak olduğunu gösterirse, ya da yaralananların, sesi olmayanların sözcüsü olursa, çoğu zaman vahşileşip, vahşileşmediğini yani delirip delirmediğini anlamak için onu böyle davranmaya iten sebepler didik didik edilir."

"kadınların vahşi doğaları açısından bakıldığında, onları sadece sarhoş eşlerle, istismarcı patronlarla, sömürücü ve zarar verici gruplarla kalacak şekilde etkilemekle kalmayıp, aynı zamanda tüm kalpleriyle inandıkları şeylere destek olmak için ayağa kalkamayacak şekilde hissettiren de şiddetin bu normalleştirilmesi halidir, bilim adamlarının daha sonra öğrenilmiş çaresizlik adını verdikleri şeydir."

"kadınlar konuşmadıkları zaman, yeterince insan konuşmadığı zaman, vahşi kadın'ın sesi susar ve bu yüzden dünya doğal ve vahşi olanın sesinden arınır. sonunda kurtlar, ayılar ve yırtıcı kuşlar da suskunlaşır. şarkılar söylemeler, danslar ve yaratımlar da suskunlaşır. sevme, onarma ve kucaklama susar. temiz havanın, suyun ve bilincin sesleri yas tutar."

"ev nerededir? sorusunun tam yanıtı daha karmaşıktır. ama bazı bakımlardan içsel bir yerdir, mekandan çok zaman içinde bir yer. bir kadının kendisini tek parça hissettiği bir yer. ev, başka bir şey zamanımızı ve ilgimizi telef ettiği için bir düşünce ya da duygunun kesilmesi ya da bizden koparılması yerine, devam ettirebildiği yerdir. ve çağlar boyunca kadınlar, görevleri ve gündelik işleri sonsuz olduğunda bile öyle bir yere sahip olmanın, onu kendileri kılmanın binlerce yolunu bulmuşlardır."

may the wolf be with you my sisters. 

pitch-black

üç gün önce bir başlık kaydettim, bir anda aklıma ingilizce bir kelime geldi: pitch-black. siyahtan da siyah. kapkara. daha doğrusu bizdeki zifiri gibi bir şey. niye aklıma geldi bilmiyorum, bununla ilgili bir şey yazarım dedim herhalde. şimdi tekrar açınca, evet dedim, ne yazacağımı buldum.

birkaç gündür, neredeyse bir haftadır uyuyamıyorum. gözlerim kapalı, uyku haline geçecek gibiyim ama zihnim ve bilincim hiç olmadığı kadar uyanık. aynı anda dokuz milyon sahne oynuyor zihnimde. ama hepsi karanlık. pitch-black. 

niye uyuyamadığımı düşünüyorum devamlı. sebep hem çok hem de hiç yok. gün içerisinde, aydınlıkla beraber üzerine hiç düşünmediğim şeyler, gece olup da her yer kararınca bir anda meydana çıkıveriyor. ortada ne bir olay örgüsü ne de bir konu başlığı var, ama öyle hikayeler yazıp duruyorum ki. şu an içinde bulunduğumuz tuhaf durum bunun müsebbibi olabilir. her şeyin bilinmez olduğu, öngörü kabiliyetimizi kaybettiğimiz, elimizle yokladığımızın hep boşluğa çıktığı bir durum. pitch-black. 

bu durumdan kurtulmak için kendimce çözümler arıyordum. iki gün önce nakış yapmak için malzemeler aldım, çekmecede birkaç defa dışında hiç dokunmadığım suluboya seti duruyorken. heyecanlandırmadı değil, ama geçen gün bin beşyüz parçalık kaplumbağa terbiyecisi puzzle'ını yapmaya başladığımda da heyecanlanmıştım. biraz durdu masada, sonra toplandı ve kaldırıldı. kitap okuyorum, yazmaya çalışıyorum, bir dizi takip ediyorum, mutfakta bir şeyler deniyorum. sonra bugün okuduğum kitapta bu yaptıklarımın ne kadar anlamsız olduğunu öğreniyorum. teşekkürler. diyor ki kitapta, aynı anda birçok şeyi yapmaya çalışanlar, aslında hiçbir şey yapamazlar. kendilerini meşgul ederek çok şey başardıklarını düşünürler, ama aslında koca bir hiçtir ellerine geçen. koca ve derin bir hiç. pitch-black. 

sanırım bu halimiz bir süre daha devam edecek. ama kendimi soktuğum bu zifiri karanlığın bir an önce dağılması ve güneşin beni aydınlatması gerek. bunun da yolu sanırım neler için şükür ettiğimi hatırlamam. çünkü teşekkür etmek, her zaman iyi hissettirir. mesela geceye teşekkür etmekle başlayabilirim. sonunda güneş doğuyor çünkü. tekrar yükselmek için önce dibi görmek gerek. umarım şu zamanlar, dünya dibi görmüştür ve bütün bunlar daha iyi olacağımız içindir. başka türlüsünü düşünmek istemiyorum.

Cumartesi, Nisan 18, 2020

the phantom of the opera




evden çıkamadığımız şu günlerde, muhtemelen ömrümüzde bir daha göremeyeceğimiz şeyler oluyor. belki hiçbir zaman konserine gidemeyeceğimiz sanatçılar, sosyal medya hesaplarında canlı konserler veriyor. andrea bocelli geçenlerde duomo di Milano'da tek başına canlı konser verdi, tüm dünya evlerimizde izledik. çok tuhaf gerçekten. 

bugün de youtube'da bir kanal yardım toplamak amacıyla the royal albert hall'de 2011'de gösterim yapan the phantom of the opera'yı 48 saatliğine tüm dünyada yayınladı. operadaki hayalet bir şaheser. 2 ay önce Londra'da her majesty's theather'da izlerken, şimdi evimde, sokağa çıkma yasağı varken, pijamalarımla izliyorum. hayat gerçekten çok tuhaf. 

"the phantom of the opera is there, inside your mind."





Cuma, Nisan 17, 2020

ben geldim.

ben geldim.

nasıl geldim bilmiyorum. 4 sene önce bıraktığım yer neresiydi onu da hatırlamıyorum. ama geldim. 

4 senede çok şey değişti, ama şu son 1 ayda yaşananlarla kıyaslanamaz bile. belki beni buraya kadar getiren şey bu. yazmak tuhaf, geçmişte yazdığın bir şeyi dönüp yıllar sonra okuduğunda, satır aralarında kendini görüyorsun. tam o anda ne hissettiğini okuyabiliyorsun. o an çekilmiş bir fotoğrafın bile bu kadar etkili olmaz. o kadar garip duygu karmaşası içindeyim -içindeyiz- ki bir 10 yıl sonra dönüp kendime bakmayı çok istedim. şu an neler hissettiğimi hatırlamak istedim. benim için bunun tek yolu yazmak. 

günlük yaşantımıza yeni kelimeler girdi: corona, karantina, self izolasyon, sosyal mesafe ve dahası. evden çıkmadığımız, çıksak bile bir yabancıya bir buçuk metreden fazla yaklaşamadığımız, el sıkışamadığımız, komşumuza gidemediğimiz, arkadaşlarımızla görüşemediğimiz, birbirimizi yalnızca gözlerimizden tanıyabildiğimiz, eve döner dönmez ellerimizi 20 saniye su ve sabunla yıkadığımız, marketten aldığımız her şeyi sirkeli suya yatırıp öyle dolaba koyduğumuz, yazarken bile beni yine şaşırtan ve hala alışamadığımız bir dönem yaşıyoruz. 

herkes şunu soruyor "ne zaman normale döneceğiz?". ben de şunu soruyorum "normal miydik ki?" 
normalimiz o kadar anormaldi ki, Tanrı "size normalin ne olduğunu göstereyim" dedi ve biz evlerimize kaçıp dünyayı izlemeye başladık. hayvanlar şehirlere indi, denizler berraklaştı, hava temizlendi, insanlar birbirine koşulsuz yardım etmeye başladı, "normalde" istediğimiz olmayınca saldırdığımız doktorları her akşam 9'da alkışlamaya başladık, evinden çıkamayan yaşlılarımıza yardım ettik, sahilde yürüyüşün, çimenlerde oturmanın, şöyle bir hava alıp eve dönmenin ne büyük nimet olduğunu anlamış olduk. 

normalimizin ne olduğunu çoğumuz anlamıştır umarım. herkesin anlaması mümkün olmasa da. 

ben anladım mesela, normalimin hiç de normal olmadığını. çalışmaya başladıktan sonra, mesai virüsüne yakalandım ve sanırım hiç iyileşemedim. beni bu dünyadan koparan ne varsa hepsini bıraktım ve o günden beri self izolasyondaymışım, şimdi farkediyorum. kendimle arama sosyal mesafe koymuşum, öyle üç dört adım da değil. tüm dünya kendini karantinaya alırken, ben kendi yarattığım karantinamdan çıkıyorum artık. Her şey normale dönse de ben dönmüyorum. bakalım neler olacak?

-17.04.2020 - istanbul