Kim Bu Judith?

Cuma, Mart 04, 2016

Le Fabuleux Destin d’ Amélie Poulain



Lumiere Kardeşlerin miras bıraktığı Fransız Sineması küçük bütçeyle büyük filmler yapan yüce gönüllü yönetmenlerle, Hollywood’un eteğinde yoluna devam ediyor. “Yeni dalga” akımına kapılan yönetmenleri örnek olan Jean-Pierre Jeunet, Marc Caro’nun kasvetli dünyasından çıkıp da kendi ayakları üzerinde durmaya karar verdiği an, hayatın iyi tarafından bakmaya başladı. Aklına gelenleri küçük küçük kağıtlara yazıp bir kutuya atan ve filmlerini bu kutunun içinden çıkanlarla oluşturan Jeunet’in kutusundan çıkan en güzel film, Le Fabuleux Destin d’ Amélie Poulain.

“29 Ağustos’tayız. 48 saat içinde Amélie Poulain’in kaderi değişecek. Ama şu anda onun bundan haberi yok.”

Amélie Poulain çocukken nevrotik annesi ve ilgisiz babası tarafından kendi kafasında yarattığı hayal dünyasında yaşamaya “mecbur bırakılmış”, genç bir kadın olduktan sonra da bu dünyada kalmayı “tercih etmiş” çok da süper olmayan bir süper kahraman. Montmartre’deki Café des 2 Moulins’te garson olarak çalışan 23 yaşındaki Amélie, kendisini başka insanların hayatlarındaki karmaşayı çözmeye adamış, böylece dönüp kendi hayatına bakmak zorunda kalmayacağını düşünüyor. Çünkü kendi hayatına bakarsa gerçekle yüzleşmek zorunda kalacak, ki Amélie’nin en son istediği şey bu.

Prenses Diana’nın trajik ölümüyle birlikte Amélie’nin kaderini değiştirecek olay gerçekleşiyor. Evinin banyosunda bulduğu, bir çocuğun gizli hazinesi ona tam da istediği fırsatı veriyor: Başkalarının hayatına müdahale etmek. 40 yıl öncesine ait bu kutuyu sahibine ulaştırdığında yaşadığı duygusal haz ona süper kahramanlığın yolunu da açıyor. İyilik mesaisi bitip de evine döndüğünde yine yalnızlığıyla yüzleşiyor Amélie. Komşusu Kristal Adam Raymond Dufayel ile tanıştıktan sonra, içini okuyan bu adamın söylediklerinden hiç de hoşnut olmuyor. Çünkü Kristal Adam gerçekleri söylüyor, ki Amélie’nin en son istediği şey bu.

Amélie kendisi gibi hayal dünyasında yaşayan, fotoğraf kulübelerinde çöpe atılmış fotoğrafların koleksiyonunu yapan Nino Quincampoix ile karşılaştıktan sonra aynaya bakarmış gibi oluyor ve gördüğü manzara kendisini pek memnun etmiyor. Her zaman başkaları için bir şeyler yapmış, bugüne kadar kendi mutluluğu için çaba harcamamış olan Amélie ilk defa gerçekle yüzleşmeye karar veriyor. 




Filmi romantik-komedi türüne layık gören üst akıl bir yana, ben bu filmi romantik-komedilerin yanına yakın etmiyorum. Filmin romantik-komedideki komediye fersah fersah uzak olduğunu düşünüyorum. Amélie’nin masalsı kaderi trajik bir geçmişle başlıyor. Babasının yanlış teşhisi sonucu kalp hastası olmaya mahkum edilmiş, bu nedenle sinir hastası annesi ile vakit geçirmeye mecbur bırakılmış, kardeş beklerken annesini kaybetmiş bir çocuk Amélie. Kendisinde pek işe yaramayan sihirli değneğini başkalarına dokundurması bu yüzden.

Amélie’nin tuhaf zevklerle dolu hayal dünyası Jeunet’in kafasının içindeki büyülü dünya aslında. Amélie, Jeunet’ten başkası değil. Filmlerinde kullanmayı çok sevdiği dış sesin -bu filmde masal anlatıcısının- çok iyi psikolojik çözümlemeler yapmasının sebebi, anlatıcının Jeunet olması. Zamansız ve mekansız hikayeler kurgulamayı seven yönetmen bu filminde 1997 gibi gerçek bir zamanı anlatıyor gibi görünse de bir sahneye koyduğu Wolksvagen araba ile bizi bu zamandan hemen uzaklaştırıyor. Gerçeği ile hiçbir ilgisi olmayan “fake” bir Paris inşa eden Jeunet’in mekanı “hayallerdeki Paris”. Jeunet kafasının içinde olup bitenleri anlatıyor. Naif ruhlu bir sanatçıdan beklenen başka ne olabilir ki? Bir eleştirmen “Jeunet bize kafasının içindekini göstermeyi başardı. Fakat soru şu: Biz orada olmak istiyor muyuz?” diye soruyor. Biz cevap verelim: Evet, tam da olmak istediğimiz yer orası. Jeunet’in “şiddeti anlatmanın daha popüler” olduğu zamanlarda, pek de yaygın olmayan cömertlik ve gönlü bol olmak gibi insani özellikleri anlattığı bir film Amélie. Hayatın içinde yer alan kötü ve pis şeyler, üzerinde çok düşünülmemesi gereken şeylermiş gibi filmde önemsiz ayrıntılar olarak yer alıyor. Amélie’nin birini mutlu etmek için yaptıkları ve iyilik yaptıktan sonra aldığı haz filmde ağır çekimde, uzun uzun ve olabildiğince derin bir şekilde işleniyor. Jeunet’in Amélie filmiyle ilgili çıkış noktası çok basit aslında: “Hikaye şu: Bu kadın, başka insanlara yardım ediyor.” Filme yapacağımız eleştiri, hangi noktada durduğumuza bağlı. Eğer bir hayalci-romantik olarak bakarsak Amélie’yi en sevdiğimiz filmlerin başına koyabiliriz. Filme realist, hatta psikolojik olarak bakarsak Amélie’yi derhal akıl hastanesine kapatmamız, Café des 2 Moulins’in kapısına da kilit vurmamız gerekir. Yönetmen “ben hayatın zevkli tarafından bakmanızı istiyorum” diyor. Oradan bakıp bakmamak bize kalmış.

Kamerayı bir oyuncak gibi kullanıp, kendisine sinemadan bir oyun alanı yaratan yönetmen bir sihirbaz gibi şapkasından bir sürü şey çıkarıyor filmde. Biz de bir çocuk gibi seviniyoruz bunlara. Marc Solal ve François David’in kitabından bulut resimleri,Pierre Auguste Renoir’in “Sandalda Öğle Yemeği”, Michael Sowa’nın Amélie’ye arkadaş olan tabloları, Fransız yeni dalgasının meşhur filmlerine yaptığı atıflarla, Jeunet çocukluğundan bu yana yanında taşıdığı hayal kesesinde biriktirdiklerini paylaşıyor. Amélie Jeunet’in en şahsına münhasır filmi.


Sinematograf Bruno Delbonnel ile ilk çalışmasını Amélie’de gerçekleştiren Jeunet’in kafasındaki soft dünya Delbonnel’in renkleriyle birleşince ortaya seyir zevkini arttıran, izlemeyi kolaylaştıran ve gerçeklikten bir kez daha uzaklaştıran görüntüler çıkıyor. Renklerle oynamayı çok seven Jeunet için bu bir ilk değil. Pastel tonların hakim olduğu film sanatçı ruhlu yönetmenin yağlı boya tablosu gibi. Açık, yumuşak ve derin.

Bir Fransız müziğinin olmazsa olmazı piyano, akordeon ve kemanı kullanarak, Jeunet ve Delbonnel’in oluşturduğu büyülü dünyaya bir fon müziği koyan Yann Tiersen, defalarca dinleme arzusu uyandıran muhteşem müziklerin sahibi. Tiersen’in müziklerindeki naiflikten uzaklaşıp sevenlerini üzmesinden hemen önce böyle bir soundtracke imza atmış olması bizim şansımız.

Kurosawa’nın “Her kare bir resim gibi olmalıdır.” sözünün tam karşılığı olan Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain, Paris’in en güzel zamanını anlatan bir kartpostal. 

*Bu yazı, ekrandedektifi.com'daki inceleme yazımdan alınarak kısaltılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder