Kim Bu Judith?

Salı, Nisan 12, 2016

Think Green

Geçenlerde izlediğim, iki bambaşka konulu ve amaçlı belgeselin sonunda aynı yere çıktığını farketmem beni bu yazıyı yazmaya zorladı. Bize bahşedilen bir lütuf olan doğayı gitgide tükettiğimiz ve tükettiğimizi yerine koymadığımız bir zamandayız. Birçok farklı sorunun içinde boğuşuyor oluşumuz, aslında tüm sorunların temeli olan "tüketme"yi durdurmamamıza bahane olamaz. Ben tüketmek dedim, aslında bilinçli-bilinçsiz zarar vermek, daha da ilerisi yok etmek. Yok oluyoruz, farkında değiliz. Bu yok oluşun başlangıcı, denize attığımız çöpten, kendimize lüks yaşam alanları açmak için katlettiğimiz ormanlara kadar uzanıyor. Yok olduğumuz gibi, yok ediyoruz. Kendi doğal alanlarımızla birlikte, bu dünyayı paylaştığımız başka canlıların doğal alanlarını da yok ediyoruz. Bizim burada yanlış bir alana inşa ettiğimiz bir tesis, binlerce kilometre ötedeki başka canlı toplulukları da etkiliyor, evet. Ve bu oldukça kısa bir zaman diliminde gerçekleşiyor. Bizim için uzun, ama dünya için kısacık bir zaman diliminde. Bu yok oluşun önüne geçmek için mücadele eden insanların bunu başardıklarını da görünce, ben de kendime şu soruyu sordum: Neden olmasın? Şimdi bahsedeceğim iki insan da "Neden olmasın?" demiş ve oldurmuşlar. O zaman şöyle diyeyim; ustalara saygı kuşağında bugün: Al Gore ve Sebastiao Salgado.

An Inconvenient Truth (2006) Amerikalı aktivist ve siyasetçi Al Gore'u ve onun küresel ısınma ile bireysel ve kolektif mücadelesini anlatan, Davis Guggenheim imzalı belgesel. Al Gore tam bir slayt üstadı. Küresel ısınmanın tüm yönlerini, sebeplerini, etkilerini, sonuçlarını slaytlarla dünyanın her yerinde anlatıyor. Belli aralıklarla TED'te konuşuyor ve gelişmelerle ilgili toplumu bilgilendiriyor. Ben de "çevreci" Al Gore'u TED konuşmalarından birinde tanıdım. Sonra belgeselini seyrettim. Al Gore'dan çıkardığım dersler hem belgeselinden hem de TED konuşmalarından oluşuyor. Bunları niye mi paylaşıyorum? Çünkü bence dünyadaki en büyük bencillik, faydalı bilgiyi kendine saklamaktır. Ben bu belgeselleri izledikten ve bu konuyla ilgili araştırmalar yaptıktan sonra bireysel olarak neler yapabileceğimi öğrendim ve uygulamaya başladım. Bunu okuyan herhangi biri de uygularsa, bu yok oluşu neden durduramayalım?



Öncelikle, doğa, çevre, küresel ısınma, döngünün bozulması, hayvan ve bitki nesillerinin tükenmesi ve tüm bunlara sebep olan her şey Al Gore'a göre "ahlaki" bir mesele. Evet, politik bir tarafı mutlaka var ama bu konuya önce "insan" olarak moral (ahlaki) tarafından bakmamız gerek. Şöyle diyor Al Gore:

"Bize ihsan edileni çocuklarımıza miras olarak bırakamayabilirdik."

Dengelerin bozulmaya başlaması, -şimdilik- bizi etkilemeyebilir ama çocuklarımızı ve torunlarımızı mutlaka etkileyecek. Peki dengeler niye bozuluyor?

Al Gore medeniyetimiz ve Dünya arasında çatışmaya sebep olan üç faktöre işaret ediyor.
Birincisi nüfus patlaması. Bunu açıklamaya gerek olduğunu düşünmüyorum.
İkinci faktör "eski" alışkanlıklarımızın "yeni" teknoloji ile aynı şekilde devam etmesi. Daha iyi anlaşılması için şöyle bir denklem kuruyor Al Gore:

Old habits+old technology = Predictible Consequences

Old habits+new technology = Dramatically Altered Consequences

Eskiden savaşlar mızrakla, yayla ve okla yapılırken, şimdi aynı savaş anlayışıyla ama nükleer silahlarla savaşınca, bundan zarar eden Dünya oluyor.

"Teknolojimiz insanoğlunun hesaplarından daha büyüktür. Hepsini bir araya getirdiğimizde bir çeşit tabiat gücü olup çıkıyoruz."



Üçüncü faktör biziz. Yani "bakış açımız". Tehlikeyi algılamadan önce bir şok yaşarız. "Bu tehlike çabucak geliyor olsa da, eğer bize ağır ağır gözüküyorsa, yerimizden kıpırdamama, tepki vermeme ve harekete geçmeme ehliyetine sahibiz." Bizim için 50 yıl çok uzun bir süre iken, Dünya için aslında çok kısacık bir süre. Al Gore, yaşadığı zaman dilimi içerisinde büyük bir buz kütlesinin erimesine şahit olabiliyor. Yani doğanın tükenmesi bir insan ömrü içerisinde, tehlike çanlarının çalınmasına sebep olacak derecede kısa bir zamanda gerçekleşiyor.

Buradan işin politik tarafına atlayıp coğrafi olarak daha çok yer kaplayan, bu nedenle yanlış uygulamalarıyla çevreye daha çok zarar verme ihtimali olan ülkelerin ne gibi düzenlemeler yapması gerektiğinden bahsediyor. Bu ülkeler aynı zamanda politik olarak da güçlü devletlere sahipler. Çevreci düzenlemeler yapmaktan kaçınmalarının sebebi ise tamamiyle ekonomik. Al Gore küçük bir çocuğun dahi anlayabileceği bir şekilde ekonomi ve çevre ilişkisini özetliyor. Terazinin bir tarafına altın külçelerinin, diğer tarafına da gezegenimizin konulduğu bir politikanın iki açıdan hatalı olduğunu söylüyor. İlk olarak tek bir soru soruyor: Gezegenimiz olmazsa?
İkinci olarak da eğer doğru olan yapılırsa, altın külçeleriyle gezegenimizi barıştırıp, birçok iş alanı açarak refah seviyesini arttırabileceğimizi söylüyor.

Son olarak da sorunun çözümünü sunuyor Al Gore. Henüz bir arabam, evim ya da fabrikam olmadığı için kendi doğal alanımda ne yapabilirsem onu yapıyorum. Al Gore'un sunumlarında gösterdiği kurumuş göller, yanmış ormanlar, ölmüş hayvanların fotoğrafları, en az savaş fotoğrafları kadar insanın içini acıtıyor. Acıtmalı.



Doğadan aldığını fazlasıyla geri veren insanlar var. Biz neden olmayalım?

Sebastiao Salgado. Brezilyalı ünlü belgesel fotoğrafçısı. Fotoğraflarına hayran olmamak elde değil ama ben bugün çevreci Salgado'dan bahsedeceğim.

Onun yüzünü böyle doğaya çevirmesinin nedeni insan ırkının tüm kötücüllüğüne şahit olması. Wim Wenders ve Juliano Riberio Salgado imzalı The Salt of the Earth belgeseli Salgado'nun hayatını ve eserlerini anlatıyor. Çalıştığı bir kahve şirketinin, onu Afrika'nın Sahel bölgesindeki kahve plantasyonlarına göndermesiyle birlikte hayatı değişiyor. Yanına aldığı fotoğraf makinası onun ne yapmak istediğine karar vermesini sağlıyor ve Salgado fotoğrafçılığa başlıyor. Uzun süreli projelerinin ilkini kendi özüne dönerek gerçekleştiriyor. Hindistan yerlilerinin torunları olan Meksikalı ve Brezilyalı köylüleri "anlattığı" Other Americans albümünü 7 yılda oluşturuyor. Her bir fotoğrafı hayran kalınası Workers albümü 26 ülke gezerek fotoğrafladığı Avrupadaki göçmen işçilerin hikayesi. 2000 yılında ruhunu hasta eden bir çalışmaya imza atıyor. Migrations and the Children, 41 ülke gezerek gördüğü göçmenlerin, mültecilerin, vatansız insanların ve çocukların portrelerinden oluşuyor. Rwanda'nın tüm acısını Salgado'nun siyah beyaz fotoğraflarında hissetmemek imkansız. Yine yaptığımız, "başkalarının acısına bakmak"tan başka bir şey olmasa da...



"Umudum, birey, grup veya toplum olarak milenyumun eşiğinde zor durumdaki insanların acılarına son vermemiz. En basit haliyle bireycilik, bencillik felakete dönüşmektedir. Bir arada varoluşumuzun yeni rejimini yaratmalıyız."

Salgado'nun bu önerisini tabi ki gerçekleştiremedik. Fotoğrafları acının tüm yönlerini gösteren kanıtlar ve tefekkür nesneleri olarak kaldı. "Herkes türümüzün ne kadar korkunç olduğunu görmek için bu resimleri görmeli." Türümüzün korkunçluğunu gördük, daha kötülerini de gördük ve bir şey yapamadık.



Bu son çalışması Salgado'yu ruhsal olarak yıkıyor. Bir insanın yaşayabileceği tüm acıya şahit olması onu fotoğraf makinasından da uzaklaştırıyor. İnsanın insana yaptığı kötülükten sonra, insanın doğaya ettiği zulmü fotoğraflamak isterken, fikrini değiştirip, dünya üzerinde insan canlısının eli değmemiş, dokunulmamış, Salgado'ya göre yaratıldığı ilk günden bu yana aynı şekilde kalmış yerleri ve toplulukları fotoğraflamaya karar veriyor. Böylece Genesis çalışması ortaya çıkıyor. Doğaya ve saf insana dönüşü ruhunu iyileştiriyor ve -sağolsun- bize estetikliği bir yana, fotoğrafa baktığımız ilk an, gerçek mi yoksa bir tablo mu olduğunu anlamadığımız muhteşem bir albüm bırakıyor.



Onun doğaya bu dönüşü yalnızca fotoğraflarında kalmıyor. Ailesinin ona miras bıraktığı, kurumuş ve yok olmaya yüz tutmuş arazi, tüm güzelliklerini gördüğü doğa için bir şeyler yapmaya zorluyor Salgado'yu. Tek tek ağaç dikerek yeniden canlandırmaya çalıştıkları arazi, 2 milyon ağaçlı Terra Enstitüsü'ne dönüşerek ulusal park haline geliyor.

Sözün özü, yıkmak bizim elimizdeyse yapmak da bizim elimizde. Ben işe, telefonumu şarj etmediğim zamanlarda dahi prizde takılı olan şarj cihazımı prizden çıkarmakla başladım. Doğayı korumak için doğaya tapmamıza gerek yok. Yarın nefes almak istiyorsak, bugün nefes alma kaynağımızı korumamız lazım.



Kıssadan hisseyi de Fethi Gemuhluoğlu'na bırakıyorum.

"Tabii, insan fikre dost olunca, tarihe, coğrafyaya, ormana da dost olur, ağaca da dost olur. Orman Fakültesi talebelerinin önünde Yaşar Kemal yürüyor, görüyorsunuz. Ve Orman Fakültesi talebeleri yürüyorlar bu stepte, bu bozkır Anadolu'da. Peygamber-i Ekber bir hadis-i nebevilerinde fem-i saadetlerinden buyuruyorlar ki, 'Kıyamet alametleri belirse, kıyamet an meselesi haline gelse, elinizde bir ağaç fidanı varsa önce onu dikiniz ve sonra kıyamete hazırlanınız.' Orman... Orman için, ormana destan düzmek için, ormana övgü için, ormanı kutsallaştırmak için, ağaca orman fakültelerinin üstünde orman fakültelerinin estetiğini vermek için, orman fakültelerine cezbe vermek için, bu memleketin insanına yeni bir şevk, yeni bir koşu, yeni bir emanet, yeni bir bayrak koşusu vermek için bu hadis-i nebeviden hareket etmek kafidir."


Al Gore TED Konuşmaları
The Case for Optimism on Climate Change: https://www.youtube.com/watch?v=u7E1v24Dllk
İklim Krizi Üzerine Yeni Düşünceler: https://www.youtube.com/watch?v=YOh8sGixpe0
Al Gore İklim Krizine Çözüm Buluyor: https://www.youtube.com/watch?v=rDiGYuQicpA

Sebastiao Salgado TED Konuşması
The Silent Drama of Photography: https://www.youtube.com/watch?v=qH4GAXXH29s


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder